Arap dünyasında geçen hafta: ‘ABD’de öğrenci baharı’’
Amerikan üniversitelerinde yaşanan protesto dalgaları ve bunun bazı Avrupa ülkelerine sıçraması geçtiğimiz hafta Arap medyasında geniş bir şekilde yer aldı. Birçok Arap yazar ve yorumcu ABD üniversitelerinde yaşananları “ABD’de Öğrenci Baharı” olarak nitelendirirken bazı yazarlar neden aynı görüntülerin Arap Üniversitelerinde olmadığını sorguladı.
‘ABD’de Öğrenci Baharı’
Bugünlerde Amerikan üniversitelerinde olup bitenler, özünde, yakın zamanda çağdaş tarihin derslerinden biri haline gelecek eşi benzeri görülmemiş bir isyanı temsil ediyor. Tıpkı 1960’ların sonlarında Fransa’daki Marksist öğrenci isyanında olduğu gibi. Ancak bu deneyimi farklı kılan şey yalnızca öğrencilerin coşkusu değil. Üniversite yönetiminin öğrencileri kontrol edememesi de değil. Siyasi kurumların ‘Yahudi karşıtlığının’ hukuki sonuçlarını hatırlatma gibi tehdit yöntemleriyle işleri normale döndürme çabalarının başarısız olması da değil. Bu hareketi farklı kılan şey, ilk kez dışarıdan bir olayı tüm sisteme başkaldırıya neden olan bir iç hareket haline getirmesidir. Amerikan modeli, içinden çıkılması zor bir ikilemle karşı karşıya kaldı. Yine Demokrat Parti, tarihinde benzeri görülmemiş bir çelişkinin içine düştü. Amerika’daki ifade özgürlüğü kavramı da sorgulanır hale geldi.
Pek çok kişi, bugün Amerika’da öğrenci hareketi açısından yaşananları, bu ülkede özgürlüğün ve demokratik hakların kullanımının bir tezahürü olduğunu düşünüyor. böyle düşünenlere göre, bu ne devletin yapısına ve kurumlarına, ne de Amerikan modeline bir tehdit teşkil etmiyor.
Bu protestolarda önemli olan, Amerikan devletinin davranışlarını ve dış politikasını sorgulaması, devletin eylemlerini savunulan değerlere ve hukuk modellerine göre değerlendirmesidir.’ (Bilal El Talidi /Kuds El Arabi Gazetesi)
‘ABD’nin yeni nesli’
Elli altı yıl sonra, New York City’deki prestijli Columbia Üniversitesi, siyasi protestolar açısından bir ilham kaynağı oldu ve olayların gidişatını etkileyerek kamuoyunun merkezine geri döndü.
1968’de Vietnam’daki savaş suçlarına karşı çıkan ve bu savaşı protesto eden yeni bir Amerikan nesli ortaya çıktı. Bu nesil binlerce kilometre ötede suç işleyen orduya katılmayı da reddediyordu. Bu protestolar, savaşın halk desteğini de kaybetmesinden sonra savaşı durdurma nedeniydi.
Aynı öfkeli atmosfer aynı yerde, bu sefer kuşatma altındaki Gazze’deki soykırım savaşını ve oradaki insanların sistematik açlığa mahkum bırakılmasını protesto etmek için geri döndü. Bu sefer sürdürülebilir bir ateşkes ve İsrail’i askeri teknolojiyle destekleyen şirketlere yapılan yatırımların durdurulmasını talep ediyorlar.
Geçmişte de şimdi de gösteriler ve protestolar Columbia’dan tüm seçkin Amerikan üniversitelerine yayıldı.
ABD’de idealleri doğrultusunda hareket eden, hükümetin kurumlarıyla çatışan yeni bir nesille karşı karşıyayız. Beyaz Saray, Kongre’nin her iki kanadı, savcılar ve eyalet valileri ise, yumruğunu sallamaya başlayan üniversite rektörlerine güveniyor.
Amerikalı yazar Charles Blow’un New York Times’taki yorumuna göre, Vietnam Savaşı’na karşı öfkeli olan nesil, sivil haklar hareketi sayesinde olgunlaştı. Gazze savaşına karşı duran nesil ise, duyarlılığını “Wall Street’i İşgal Et” ve “Siyahların hayatı değerlidir” gibi protesto hareketleriyle kazandı. (Abdullah El Sinavi / BAE El Haliç Gazetesi)
‘Onların üniversiteleri’
Bu gösterilerin ortasında meselenin boyutuyla uyumlu olarak çok önemli bir soru beliriyor. Amerikan üniversitelerindeki öğrencilerin başka bir halkın özgürlüğünü ve adaletini talep etmek için ayağa kalkmasına neden olan dinamiğin ne olduğuyla ilgili bir soru. Halbuki Arap Üniversitelerinde okuyan öğrencileri söz konusu halkla bağlayan bağlar her açıdan daha güçlü durumda. Bunun cevabı bir gazete yazısında açıklanamayacağı gibi, bir veya iki sebeple de sınırlı değildir şüphesiz. Çünkü cevap bizi bu toplumlarda ve üniversitelerde eksiksiz bir eğitim yöntemi sisteminden bahsetmek zorunda bırakacak. Bu aynı zamanda kurumların durumunu, toplumsal dayanışma ilkelerini, öğretim müfredatını, değerlere saygıyı, özgürlükleri, sivil toplum örgütlerini, herkesin anayasa ve hukuka bağlılığını konuşmaya da sevk ediyor. Hem de devletin başındaki başkandan en küçük vatandaşa kadar.
Bütün bu faktörler, üniversite öğrencileri arasında bu tür gururlu ruhların doğmasına katkıda bulunuyor. Gördük ki özgür bir öğretmen topluma özgür bir öğrenci yetiştirecektir. İsteyen öğrencileriyle birlikte tutuklanan profesörlerin sayısına baksın. İsteyen üniversite duvarları arkasından çocuklarına destek olan ve haklarını kullanırken onları dik durmaya teşvik eden, onlara su ve ekmek götüren ailelere baksın.’’ (Muhammed Siyam / El Arabi El Cedid Gazetesi)
‘İsrail’in planı çok net’
Gazze’de binlerce Filistinlinin ölümüne neden olan savaşın başlamasının üzerinden yarım seneden fazla bir süre geçmesine rağmen, ölüm ve işkence makinesi Gazze halkına yönelik katliamlarına hiç ara vermeden devam ediyor. 7 Ekim 2023’te yaşananlar her ne kadar şok edici olsa da en büyük şok, her türlü insan hakları ihlaline sahne olan bu vahşi savaşın devam ediyor olmasıdır.
Burada asıl soru şu: İsrail’in planı net mi?
Bu soruyu İsrail’in planının ne olduğu konusunda durum o kadar açıkken, pozisyonlarını belirlemede tereddüt eden ve karar alamayan bir uluslararası ortamda ortaya atıyoruz. Bu savaşta ölenlerin yarısından fazlası çocuklar ve kadınlardır. Ayrıca bu savaşta bir çocuk hastanesi bombalandı. İnsani yardım konvoyuna saldırı düzenlendi. Bu savaşta açlık, insanları aşağılama ve ölüm amacıyla bir silah olarak kullanıldı. Bunun dışında toplu mezarlardan ve Filistinliler’in tekrar yerinden edilmelerinden bahsediyoruz.
Bu yüzden aslında bu yaşananlar çok net. Bu olup bitenler, İsrail’in tüm toprakları istediğini ve Gazze’yi Filistinliler’den boşaltmaya kararlı olduğunu göstermektedir. Bu durum isterse Filistinliler’in yerlerinden edilmelerini, öldürülmelerini veya açlığı gerektirsin. Bütün bu mekanizme tek bir hedef için işliyor ve çok açık bir plana hizmet ediyor.” (Emel Musa / Suudi Şark’ül Evsat Gazetesi)
’Gazze’de su krizi derinleşiyor’
Gazze Şeridi’nin kuzeyinde insani krizlerin biri bitmeden diğeri başlıyor. Zorlu kıtlık günlerinin ardından yazın kavurucu günleri geliyor ve bu da tarihteki en şiddetli su krizini beraberinde getirdi. Halihazırda yeraltı kuyularından başka kaynağı bulunmayan hijyen amaçlı suyun tüketimi gitgide artıyor. Buna karşın ise işgalcilerin, Gazze’deki günlük su ihtiyacının yaklaşık üçte birini sağlayan “Mekorot” şirketinin hatlarını kesmesi ve deniz suyu arıtma tesislerini hizmet dışı bırakmasının ardından kriz çok tehlikeli bir hal almaya başladı.
İsrail, su pompalamakta kullanılan jeneratörlerin çalışması için gereken yakıtın girişini aylardır engellemeye devam ediyor. Uluslararası kuruluşlar aracılığıyla bu güne kadar kuzeye yalnızca sınırlı miktarda mazot ulaştı. Şu anda 200.000’den fazla yerinden edilmiş insanı barındıran Cebaliye mülteci kampında, yerel komiteler kampın yaklaşık üçte ikisini besleyen merkezi su kuyusunu iki haftadan fazla çalıştıramadı.
Kampın doğusundaki Al-Sikka bölgesinde durum daha da kötü görünüyor. Orada, evlerine -sağlam bir odası olsa dahi- dönmeyi seçen sakinler, bir bidon su doldurmak için iki kilometreden fazla yürümek zorunda kalıyor. (Yusuf Fares / Lübnan El Akhbar Gazetesi)
*Yazılar kısaltılarak Arapça’dan çevrilmiştir.
(DIŞ HABERLER SERVİSİ)